22 Ağustos 2015 Cumartesi

samanadam hikayesi bilgi yayınevinden çıktı.

http://www.idefix.com/kitap/samanadam-anooshirvan-miandji/tanim.asp?sid=Y8TV0257S64JWB82EWWJ

18 Şubat 2015 Çarşamba

baba...


risk değerlendirmesi

RA (Risk Assessment ): Risk Değerlendirmesi bir model geliştirildiğinde bu modelin bütünlüğünü bozacak tüm etkenleri öncede tahmin edip onları değerlendirmeye almaktır.
CM (Crisis Management): kriz Yönetimi, muhtemel bir sorun çıktığında, risk değerlendirme sonucu önceden tahmin edilen çözümün, önceden tasarlanmış çözümünü uygulamaktır.
RA>CM à önceden düşünmek>>> sonradan düşünmek ( önceden düşünmek sonradan düşünmekten önce gelir)
bir proje tasarımcısı, bir projeyi ele aldığında tüm parametreler masada bulundurmalıdır ve tüm risk ve kriz senaryolarına önceden cevap aramalıdır.
Yani önceden düşmediysen sonradan düşünmenin anlamı yoktur, eğer bir model tasarımında risk değerlendirmesi yok ise, kriz yönetimi de olmaz ve eğer birileri her olaydan sonra çözüm öneriyorsa, içlerinde model tasarımcısı yoktur demektir.
özeti şudur, eğer bir toplum sorundan sonra düşünmeye başlıyorsa, toplum mühendisleri iyi değildir.

anooshirvan miandji


beni yıka


17 Şubat 2015 Salı

akıl


hamamcı dedi ki

Bugün akşam hamam’a gittim.
Hamamcı beni görünce çok sevindi bende şaşırdım niye diye, meğer sabahtan hamama giren 2. Kişiymişim.
Hamamda beni keselerken biraz dertleşelim dedim, bu olaylar hakkında ne düşünüyorsun dedim. 61 yaşında 40 senelik ilkokul mezunu hamamcının bana söylediklerini aktarıyorum:
“…hocam bizim işe haram karıştı, hiçbir şeye emek vermeden sahip olma çabalarımız bizi bu hale getirdi…Atatürk demiş 1965 kadar bize Avrupalı işçi gelmez ise biz onlara işçi göndereceğiz ve eğer öyle olursa vay halimize!...bilinçsizce taklitçiyiz özentiden öte değiliz, özene özene her şeyi avrupa’ya benzettik ama oradaki doğru ve bilgiyi almadık sadece görüntüyü aldık…hazır istiyoruz hazır, abicim hazır bizi bitirdi.”
Bende İsmail ustan sen kısaca şunu mu diyorsun:
“bizde aileler çocuklar hemen büyüsün istiyor, çocuklar hemen okul bitsin istiyor, gençler hemen aşk istiyor üniversite hemen bitsin istiyor, herkes hemen evi olsun işi olsun istiyor, işadamı hemen kazansın istiyor, herkes her şeyin hem olmasını istiyor ama bilmiyor hazır verildikçe beyin küçülür.”
İsmail ustan “ ha hocam ne güzel anlattın” dedi ve hamamdan ayrıldım.

anooshirvan miandji


insan dilin oyuncağıdır.


Ülkemde herkesin din dersi 5 ama bunca hırsız uğursuz nereden çıkıyor?”

Üstün Dökmen’in Özel Okullar Birliği Derneği’nin sempozyumunda, “Ülkemde herkesin din dersi 5 ama bunca hırsız uğursuz nereden çıkıyor?” sözleri ortalığı karıştırdı.

 Üstün Dökmen’in Özel Okullar Birliği Derneği’nin sempozyumunda, “Ülkemde herkesin din dersi 5 ama bunca hırsız uğursuz nereden çıkıyor?” sözleri ortalığı karıştırdı.
Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nin 14’üncüsünü ‘Geleceğin Öğretmeni’ teması ile Antalya’da gerçekleştirdiği, 3 gün süren ‘Geleneksel Eğitim Sempozyumu’nun hem açılışında hem de kapanışında protestolar oldu.

NELER OLDU?

Açılışını Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yaptığı sempozyumda ilk gün Bakan Avcı’nın ardından konuşan Prof. Dr. Üstün Dökmen’in, “Ülkemde ya bilgide ya da ölçme değerlendirmede hata var. Herkesin din dersi 5’tir. Ama bunca hırsız uğursuz nereden çıkıyor? Örneğin Van depreminde din ve ahlak dersinden herkes 5 aldı. Ama kolonları kesen hırsızlar da 5 aldı” sözleri dinleyiciler tarafından alkışlarla desteklenmişti.


Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü Ömer Faruk Yelkenci de kapanış konuşmasında, Prof. Dr. Üstün Dökmen’in açılış günündeki konuşmasını eleştirdi ve “Üstün Dökmen’e yakıştıramadık konuşmayı. Kürsü şehvetine kapıldı” dedi.

 “PROTESTOLAR NEZAKETSİZLİK”

Genel Müdür Ömer Faruk Yelkenci’nin bu sözleri üzerine sempozyuma katılan öğretmenlerin bir kısmı salonu terk etti. Yelkenci de protestoları nezaketsizlik olarak niteleyerek “Sayın Bakan, ilk günkü bu derneğin hak etmediği tatsızlık üzerine rahatsız olduğu halde salonu terk etmedi. Haklı eleştiride bulundum ama bazı öğretmenler bu salonu terk etti. Bu nezakate sahip olmayan öğretmenler öğrenci yetiştiremez” diyerek kızgınlığını dile getirdi. Konuşmanın ardından Prof. Dr. Üstün Dökmen, kızgın bir şekilde kürsüye yürüyerek söz hakkı istedi. Ancak, kendisine söz verilmeyince “Eleştiriye açık değillerse, eğitimci değillerdir” diye bağırdı.

Bu sözler salonun bir kısmından alkış aldı. Bu gerginlik üzerine kapanış konuşmasını yapan Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı Cem Gülan şunları söyledi: “Burası özgür bir platformdur. Sadece şunu söyleyelim: Hayatımda hiç kimseye bir şey öğretecek kişi değilim. Şimdi de bir şey öğretmeye çalışmıyorum. Buraya davet ettiğimiz insan kim geldiyse hiçbir karşılık beklemeden geliyor; emeğini, bilgisini, birikimini paylaşıyor. Her tür fikre saygılı olmalıyız. Protesto etmek de haktır. Burada yapılan bir hata varsa tüm sorumluluk yönetim kurulu olarak bizlerindir.”




Doğan Cüceloğlu Üniversite Öğrencisi Özgecan Aslan hakkında Yazısı

Gelecekteki meslektaşım sevgili Özgecan öldürüldü. İçim acıyor. Toplumca hüznümüzü, öfkemizi, kırgınlığımızı ifade ediyoruz. Medyamız sahip çıktı, yanlış giden bir şeyler var konusunda birleştik.
Özgecan’ın ölümünün beyhude olmaması için taşıdığım kaygıları dile getirmek istiyorum:
1- Kadına şiddet konusuna böyle bir cinayetle tepki gösterip daha sonra yine ilgilenmeyen bir toplum olabileceğimiz kaygısını taşıyorum.
2- Sorunun insan insana yaşamayı öğrenme sorunu olduğunu yine anlamadan, polisiye tedbirler ve cezalarla değerlendirilip mış gibi çözümler aranıp konuşulacağından kaygılanıyorum.
3- Mış gibi yetişkinler ile, sorumluluk sahibi olgun yetişkinler (anne, baba, öğretmen, yönetici, hakim) arasındaki farkın göz ardı edilip, konuşulmayacağı kaygısını taşıyorum.
4- Korku kültürü ile beslenen bir aile, okul, şirket ve toplumsal yapıdan, saygı ve sevgi kültürü ile beslenen bir aile, okul, şirket ve toplumsal yapıya geçişin gündeme gelemeyeceğini anlıyorum. Konunun temelini bilimsel olarak araştırmadan ve anlamadan yasal düzenlemelere gitme gündeminin oluşmasından kaygılanıyorum.
5- Konu yine politikacıların çözebileceği bir konu imiş gibi bir durumda kalacak ve ne üniversiteler ne de sosyal araştırma enstitüleri kendilerini bu konularda sorumlu görmeyecekler kaygısını taşıyorum.
Bu kaygılarımı dile getirmeyi bir görev bildim.
Özgecan’ın şahsında tüm psikoloji öğrencilerinin toplumun geleceğine yapabilecekleri katkı potansiyelini görüyor, hepsini sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Doğan Cüceloğlu 


Çocukların dünyasında kadınlara şiddet yok!

16 Şubat 2015 Pazartesi

sessizlik


dilin odası


çocuk yaşadığını öğrenir

ÇOCUK YAŞADIĞINI ÖĞRENİR

Eğer bir çocuk sürekli eleştirilmişse,
"Kınama ve ayıplamayı öğrenir."

Eğer bir çocuk kin ortamında büyümüşse,
"Kavga etmeyi öğrenir."

Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa,
"Sıkılıp utanmayı öğrenir."

Eğer bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse,
"Kendini suçlamayı öğrenir."

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse,
"Sabırlı olmayı öğrenir."

Eğer bir çocuk desteklenip yüreklendirilmişse,
"Kendine güven duymayı öğrenir."

Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse,
"Takdir etmeyi öğrenir."

Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
"Adil olmayı öğrenir."

Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse,
"İnançlı olmayı öğrenir"

Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse,
"Kendini sevmeyi öğrenir"

Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
"Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir"

Yazan: Dorothy Law Nolte, 1975
Çeviren: Doğan Cüceloğlu




ölüler


yeter ki sen öl

sen yaşarken yoksun,
ama ölürken varsın
bu yüzden yeter ki öl,

sen ölünce ben senin heykelini yapmaz isem,
seni kahraman ilan etmez isem namert olayım,
yeter ki sen öl,

ben senin çocuklarını tanımam,
ama onlara burs veririm okuturum,
yeter ki sen öl,

ben senin adını bilmem, seni tanımam, 
ama “biz hepimiz seniz” derim,
yeter ki sen öl,

seni borca sokarım, seni köle yaparım,
ama borcunu ertelerim, hatta silerim,
yeter ki sen öl,

sen aydınsın, gözümü kamaşıyor,
düşüncelerini yaşatmam,
ama kitaplarını basarım dağıtırım,
yeter ki sen öl

yaşarken sen nesnesin, maddesin, malsın,
ölürken sen cansın, ruhsun, vicdansın,
yeter ki sen öl.

anooshirvan miandji

( nekrofil özelliğiyle övünen tüm toplumlara dersimdir.)


insan canı


kitapsız ev


bir fincan kahve içsem


kadınların fiziksel güvenliği


Amerikalı komedyen George Carlin günümüz yaşamını şöyle değerlendirmiştir

Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var;
Daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz;
Daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz;
Daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz;
Daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz;
Daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz,
Çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz,
Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz,
Çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık.
Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik.
Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık.
Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik.
Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik.

George Carlin 


yükselen tansiyon

Dünyadaki tüm ülkelerin ve tüm bölgelerin gerginlik derecesi ( tension) çeşitli kuruluşlar tarafından ölçülür. Bu ölçmeler çeşitli politikalar veya uygulamalar için önemlidir. Son 10 senede Türkiye dünyanın en önde gelen “gergin” ülkelerinden biridir, bazen birincidir. Bu gerginlik son 10 senede iktidara gelen yönetimle ilgisi bulunmamaktadır, çünkü ölçümler gerginliğin 1980 darbesinde başladığını ve sürekli derecesinin arttığını gösteriyor. 2000 li yıllara geldiğinde tamamıyla iletişimi teknolojilerinin gelişimine bağlı bu gergin fay hattı kılmaya başlamıştır; gergin konuşma, gergin kararlar, gergin insanlar ve gergin toplumlar.
Genel yanılgı, bu gerginliğin sebebinin din, ırk veya politika olmasıdır, bu yüzden çok yoğun slogan atma kültürü gelişmiştir, her taraf kendisi için kutsal simgeler ve sloganlar oluşturup, sürekli karşı tarafı suçlamaya başlamıştır.
Burada unutulan şey şudur; dini düşünceler, siyasi düşünceler veya milliyetçi görüşler birer önlüğe benzer, eğer gövde güzel ise öndük düzgün durur, gövde yamuk ise önlükte yamuk durur yakışmaz.
Şimdi siz bir insanı evde yetiştirirken, sen şu ırktansın sen şu dindensin kafasını işlerseniz ve en iyi ırk sensin, en iyi din sensin derseniz, bu çocuk artık dünyada kimseyi adam yerine koymaz; ama biliyoruz ki dünya böyle dönmüyor, bizde fersah fersah ileride olanlar da var geride olanlarda. Siz para kazanmayı “meslek” olarak çocukların kafasına işlerseniz tabi ki bunlara büyüdüğünde çalar da yakar da.
Bakın, çocuk yetiştiriyoruz, içinden kopya çeken çıkıyor, kiki gülüyor marifet sanıyor; öğretmen yetiştiriyoruz içinden rüşvet alan çıkıyor; işadamı yetiştiriyoruz, geleni gideni kazıklayanı çıkıyor; doktor yetiştiriyoruz, hastayı korkutup orasını burasını kesen, ilaç firmaları ile çete kuranı çıkıyor; eczacı yetiştiriyoruz, içinden nasıl vatandaşların karnelerini doldurup cebime indirim diyeni çıkıyor; ne yetiştiriyorsa içinden zayiat çıkıyor. Şimdi çok yaygın bir safsata var “olur mu dünyanın her yeri böyle, her yerde iyi de var kötüde” doğru ama oran ne? bizdeki oran çok yüksek, ciddi şeklide çok yüksek, işte gerginlik raporları bunu gösteriyor. Trafikte araba kullanmamızdan tutun, konuşmamız, akıl yürütmemiz, dini, siyasi ve ekonomik her konuda tartışmaya götürecek en hızlı insanlarız, neden çünkü “ önlükler için gövde yetiştiren fabrikada sorun var, gövdelerde bir şeyler eksik”. Bu fabrika çok fazla zayiat veriyor, kaç senedir veriyor derseniz son 40 senede gittikçe artıyor.
Şimdi kalkıp pişkince bir kişiyi, bir kurumu veya bir siyasi hareketi bundan sorumlu tutmak, olayı oldu bittiye getirme, bizde bulunan diğer bir safsatadır. Bizdeki sorun hepimizde olan bir sorun, hepimiz. Kimisinde arıza %1 kimisinde %91, ama herkes arızalı. Sebep?
Çünkü bize iki şeyi bu fabrika veremiyor:
1-araç olarak zengin, güçlü bir dil 2- bu aracı doğru kullanmak için mantık
Biz sanıyoruz ki aklımıza gelen her şey doğrudur, ben dedim oldu, biz diyorsak böyledir, dedemiz böyle dedi! Yok böyle bir dünya, başarabilirsek ilk olacağız! Çokbilmişlik cahil toplumların en baskın özelliğidir.
Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde iş adamı para kazanacağım zengin olacağım diye iş kurmaz, bir problemi çözmek için yola çıkar inovasyon yapar üretir ve sonra tabi ki çok şey kazanır onlarda birde ki ilki değildir para olur, ama nasıl becerdiyse filmi sonundan alıp yorumlamak için çaba gösterip “ bak işte iş adamı parası çok olandı” deyim yola çıkıyoruz ve böylece yolsuzlukta baş çekiyoruz.
Önce adam gibi adam yetiştireceğiz, insanı merkeze alan biri, dini değil, ırkı değil, onu değil, bunu değil, önce adam olmayı öğreneceğiz, yoksa insanı vasıfları olmayan bir inansa ne olur inanmazsa ne olur, ırkı olsa ne olur olmasa ne olur.
Hoşgörüsü olmaya, başkalarına saygısı olmayan hiçbir din, ırk, toplum veya birey mutlu olamaz, kendisine ve başkalarına musibetten, beladan başka bir şey getirmez.
Hazreti Mevlana ya sordular “ ya Mevlana bunca kitap okudun ne biliyorsun” cevap verdi “haddimi”. Mevlana’nın topraklarında olmamıza karşın ondan en az nasibini almış millet olduğumuzu düşünüyorum, maalesef en çok haddini bilmezi de biz yetiştiriyoruz, sürekli her kes çokbilmiş edasıyla ötekine haddini bildirmeye çalışıyor. Ya zaten herkes haddini kendisi bilse bunlara ne gerek var. Dilimize, aklımıza hakim olmak için önce onları eğitmeliyiz, böylece aklın ve dilin sınırlarını idrak edip ölçülü kullanmaya başlayacağız. Ölçülü insanların olduğu bir toplumda güler yüzlülük ve hoş görü hakim olacaktır.

anooshirvan miandji

15 Şubat 2015 Pazar

imkansız diye bir şey yoktur.

ingiliz yargıç

İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl, 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar: "Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?" Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek düzeydedir:

" Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır."

can üzerine

Yüzlerce duyarlı kişi benden bu yazıyı yazmamı istedi. Yüzlerce senelik geri kalmışlığı 2 satırda çözecek değilim, olsaydı önce birleri yapardı.
Bizde ve bu bölgedeki geri kalmışlığın Birçok zincirleme sebebi var ama be felsefi açıdan bakmaya özen göstereceğim.
Bir ülkenin sermayesi köprüleri bankadaki paraları veya kaç kilometre yaptığı çifte yollar değildir, bunu anlamayanlar artık anlasın. Bir ülkenin zenginliği insanıdır, hoşgörülü ve akıllı insanları. Siz sözüm ona 70 milyonluk bir ülkede 70 milyon savcı, 70 milyon jandarma, 70 milyon doktor veremezsiniz!
Akıl ve gönül merkezli insan yetiştirmeyi bilemezseniz, bu yığın o kadar pahalıya patlar ki altından kalkamazsınız, sürekli hasta olan insanlar, sürekli şikâyet eden insanlar, sürekli şiddete uğrayan ve şiddet uygulayan insanlar, karman çorban bir yığın olup çıkı verirsin. Devlet planlama teşkilatının da doğru insan nasıl yetiştirir hakkında en ufak bir fikir olmadığı apaçık belli, fabrikanın ürünleri ortada. Ders 1. İNSAN YETİŞTİRMEK İÇİN Bİ PLANIN OLACAK.
Biz duyguları öve öve duygularda boğulmaya başladık, soruyorum, çamurda boğulmakla reçelde boğulmanın fark nedir? İkisinde de öldükten sonra?! Duygusal zekâ çok duygulu olmak değildir, “duygusal zekâ duyguları kontrol etme zekasıdır”, ders 2 BİZ DUYGUSAL ZEKASI DÜŞÜK BİR TOPLUMUZ, bunu öğrenmemiz gerekecektir.
İdamı getirin, hadım edin, asın kafese koyun gezdirin, istediğiniz kadar karşı şiddet uygulayın, BU FABRİKA HATALI/HASARLI İNSAN ÜRETTİĞİ SÜRECE çözüme gidemezseniz. Ders 3 fabrika değişecek.
Diyanet işleri bakanlığı gerekli gereksiz şaşkın bir vaziyette her tarafa cami yaptıracağına,( trilyonlarca bütçe bina yapmak için mi yoksa insanca hakikate doğru yol almak için mi? Kim demiş Allah a giden yok altın kubbeden süslü mermerden geçer, kim demiş Allah a giden yol batından değil de zahirden geçer?) örneğin biraz yaratıcı olabilir ve şunu diyebilir: “ bundan sonra nerede ve kimi tarafından “ kadın erkeğin kaburgasından yapılmıştır diyen ve bunu dine bağlayan kim olursa olsun hukuki süreç başlatacağım, bu ifadenin ve buna benzer kadın-erkek eşitliğini bozan ifadeleri içeren tüm eserleri toplattıracağım, bu toplumun belleğinden batıl inançları sileceğim diyecek.” Ders 4. DİN İLE AHLAK AYNI ŞEY DEĞİLDİR, yoksa bu toplumun %99 Müslümanken nasıl bu kadar haramzade ortada dolaşıyor? ( sadece katil yetiştirmiyor ki, yolsuzluk yapan, rüşvet alan, hırsızlık yapan, sahte gıda yapan, milleti zehirleyen, sahte müteahhitlik yapan, ondan bundan çalanlar da yetişiyor, bunlar uzaydan mı geliyor???)
Tüm toplumsal adet ve geleneklerde kadın bir nesne gibi ikinci üçüncü hatta yok sayılmaktadır. Kadın erkek ilişkisinde ilişki 3 kişiliktir, kadın-biz-erkek, ama bizim toplumda sen( kadın) ve biz yoktur, SADECE BEN MERKEZLİ ERKEK VARDIR. Ders 5 abartılı ve şımarmış erkek rolü torpülenmesi gerekiyor.
Küresel Cinsiyet Uçurumu raporu 2013 de (The Global Gender Gap Report 2013) ilk 4 sıra hiç değişmedi: İzlanda, Norveç, Finlandiya ve İsveç. Bu listede Türkiye 120. Sırada, ama ekonomide 16. Sırada. Ders 6 DEMEK ÇOK PARAN OLUNCA ÇOK ADAM OLMUYORSUN. Sürekli gelirimiz arttı diye siyasileri biraz ders alsın, eğer ekonomik kalkınma insani değerlerin üstünde ise sen çarpık kalkınıyorsun. ilk sıradaki ülkeler, o çok övündüğün yemeklerini yemiyor, seni dinine inanmıyor, senin örf ve adetleri yaşamıyor ve senin kadar bereketli topraklar değildir. peki nasıl oluyor da oradaki insanlar ( uzaydan gelmediklerine göre) o çamurlu donmuş berbat toprakları cennete çevirirken sen bu bereketli güneş alan toprakları cehenneme çevirmeyi beceriyorsun, seni aklın nasıl çalışıyor, yada senin aklın nerende?
Ben bir erkek olarak bu toplumdaki tüm erkekler adına utanıyorum ve bu utanmanın çok üzün süre daha devam edeceğini düşünerekten tekrar başka bir şeklide utanıyorum.
Eğer devlette yetki sahibi biri olsaydım, tüm kadınları sınır süre boyunca iş bırakmaya davet ederdim. Bu ülkede eğer kadınların insanca yaşama hakkı yoksa bu ülke yaşamaya değmez demektir. Bu utanıcı dünyada kimseye anlatamazsınız,
” ben dünyanın en uzun köprüsüne sahip olmadan dünyanın en yaşanılır ve en güvenilir ülkesi olmayı tercih ederdim.”
Eğitim sistemi ezberci, küflenmiş, bayat sıkıcı ve işe yaramazdır, kitapları alıp yerine tablette verseniz wireless bilgi de gönderseniz bu bilgi insanlarda bilinç olmuyorsa, onları daha iyi insan yapmıyorsa siz çöp yetiştiriyorsunuz demektir, yazık onca milyar dolarla harcadığınız paralara yazık.
Hayvanları sadece okula göndererek eğitemezsiniz. Herkesin yaptığının bir bedeli olduğunu anlaması da bir tür eğitimdir. Bununda sınırı akıldır. Yüzyıllarca hurafeciler bize iman ve gönül yeter ( gerçi gönlün ne olduğundan en çok bihaber olan yine onlardır) diye diye mantık ve aklı aşağıladılar ve toplumu öyle cahil bir seviyeye indirdiler ki “akıl” dediğinde cin çarpmış gibi oluyor. Akıl olmadan hayatın ve doğanın sınırlarını bilemezsiniz, akıl olmadan icat yapamazsınız ve yaşam kalitesini artıramazsınız.
“Canı yaşatma felsefesinden çok uzaklarda gezinen bir toplum insan olmak yarışında kayıptır.”
Sebep sonuç ilişkisinde ( determinist yaklaşım) bu sonuçların nasıl ortaya çıktığını, nasıl masum bir çocukların böyle hunharca katledildiğini ülkenin en yetkin insanları çıkıp herkesin önünde itiraf etmeli ve herkesten böyle bir ülkede yönetici olduğu için özür dilemelidir. Başka ülkelere insanlık dersi vereceğinize ( yöneticilere söylüyorum) biraz dilinizi kısa tutup önce evin içine baksanız, bu utanç abidesini yıksanız ne olur?
KAÇ ÇOCUK YAPACAĞIZ NE FARK EDER ONLARA İNSANCA GÜVENİLİR BİR VATAN VAAT ETMEDİKÇE?
(inanca yaşatmadıkça insanca yaşanmaz, insan olmadığımızı ve bu kendini en derin inançlarından başlayaraktan halkın ciddi özeleştiriye tabi tutması gerekir, kendi çocuklarının boğazını kesen bir toplum olamaz. Bu katiller dış mihrakların tuzağı değildir, İsrail vatandaşı değildir, uzaylı değildir, CIA ajanı değildir, özbeöz senin çocuklarındır, sen o zaman susup kendine soracaksın ben nasıl insan yetiştiriyorum ki böyle sonuçlar çıkıyor?)
“EĞER CEZA ÖLEN CANI GERİ GETİRMİYORSA O ADALET DEĞİLDİR.”
Bu toplumdaki tüm kadınlar ve çocuklar katillerin bulunmasını istemiyor, katil zihniyetinin tedavi edilmesini istiyor. Ceza ceza ceza saçmalığını son verilmesini istiyor (Hapishanelerde yer kalmadı be!), siz dünyadaki tüm güçleri toplasanız da geçen gün öyle o masum kızın canın geri getiremeyeceksiniz, bu utancı çelikten bir zincir gibi hepimizin boynunda kalacak haberiniz olsun.
Bu ülkedeki erkekler başta olmak üzere bir devrim değil bir evrim gerekiyor, beyinlerdeki yazılımın tamamen çöp olduğunu yetiştirme modelini tamamen hakikat ve insani değerlerden uzak olduğunu haykırmak gerekiyor. Şems, mevlana, hacıbektaş, yunus mezarlarında ters döndüler, kemikleri sızlıyor, duyuyor musunuz? Bu topraklarda yetişen tasavvuf ve yüce insanı değerlerin mirasçısı olmak için onur ve şeref gerekir.
“ONURUNUZU VE ŞEREFİNİZLE YAŞAYIN, ÇÜNKÜ İNSANA YAKIŞAN İNSANCA YAŞAMAKTIR.”
Vesselam, söz tamam.
anooshirvan miandji

haksızlık


14 Şubat 2015 Cumartesi

nokta


bilmiyorum


utanmak


Nasıl “adam” olunur? Beğendiğimizde “adam gibi adam” deriz veya kızdığımızda “adam ol “deriz, anlaşılan bu “adam” işi önemli. DPT( devlet planlama teşkilatı) plan yapar baraj şöyle mi olsun şu kadar olsun okul burada olsun, ama insan yetiştirmek için bir planı var mıydı yada oldu mu kuşkuluyum, ben dahil bunca zayiata bakılırsa plan filan yok, olmamış veya unutulmuş. Şimdi bir çocuk annesinin karnında iken doğru beslenirse, annesi güzel sesler sözler duyarsa, sakin bir ortamda yetişirse ve doğduğunda bilgi değil bilinç ile donanırsa, tamamı bile olmasa büyük çoğunluğu kendi işini kendisi yapacak düzeye gelir. Bir ülkede herkes için bir savcı, bir doktor veya bir polis veremezsiniz “adam gibi adam” yetiştirirseniz kendisi ney yapıp ne yapmayacağını bilir. Bir İsveç ziyaretimde, markette bir arkadaşıma neden sütlerde omega-3 ve balık yağı katkısı olduğunu sordum, oda doktora, eczacıya ve ilaca verecek fazla paraları olmadığı için çocuklara bu sütleri içirdiklerini söyledi. Başka bir konuşmada neden şebeke sularının flor içerdiğini sormuştum (Water fluoridation) ve yine 80 sene kendi dişlerinle yaşamak istiyorsan bu şart demişlerdi. Bunun gibi onlarca örnek verebilirim veya sizde bulabilirsiniz. Şimdi biliyoruz da yapmıyoruz, yoksa biliyoruz da umursamıyoruz yoksa bildiğimizi sanıyoruz yoksa, onlar yapsın biz izleyelim mi diyoruz tam bilemiyorum….ama ortada büyük bir sorun olduğu kesin. İster dinsiz ister dindar, ister fakir ister zengin, ister okumuş ister okumamış olsun, bizde herkes şikâyetçi, üstelik herkes herkesi değiştirmek istiyor ( en azından diliyor).kime soruyorsa, öteki yaptı diyor, bu kör daire ( kedinin kendi kuyruğunu yakalamaya çalışması)kendi içinde herkesi tüketiyor. Şehirler Amok koşucusu gibi evine daha fazla para götürmek için gün geçtikçe dişlerini, dillerini ve tırnaklarını bileyenlerle dolmaktadır. Böyle bir vaziyette bu konuşmalar yazılar ve posterler birer görüntüden öteye geçmiyor, bu imgelerin ve söylemlerin “eyleme” dönüşmesini engelleyen ne? Neden herkes güzel konuştuğumuzda onaylıyor ancak arkasına döndüğünde unutuyor? Neden insanları egolarını yenemiyor ve neden başkalarına değer vermek bu kadar zor geliyor? Neden başkalarının ve devletin malını kendi malı gibi göremiyor? Neden evindeki ışığı kapatmasını biliyor da sınıftan çıkarken ışığı kapamaya üşeniyor? Onlarca soru ve binlerce cevap burada saklı ama bunlarda yine söylem! Eylemi oluşturan alışkanlıklarımız ise bu alışkanlıkları sorgulamamız/değiştirmemiz nedene bu kadar zor. Neden sahip olduğumuz (hatalı) düşünceleri sorgulamıyoruz…bu korku kime hizmet? Bir eczacı olarak sizi düşündüren bir ilaç bulabilirim. Aldığınızda çok güzel düşünebilirsiniz, gözleriniz parlayabilir, ama bir süre sonra alışkanlık yapabilir, suiistimal edilebilir veya en basitinden unutkanlık gibi yan etkileri ortaya çıkabilir (Dr. Jekyll ve Mr. Hyde romanı gibi). Ama söylemi eğleme çevirmek için dışarıdan bir müdahaleden öte içten bir girişim gerekli, sistemi değiştirmek için sistemin içinde olmak gerekli. Bir yazılımın bir donanımı değiştirmesi mümkün mü? Düşüncenin arkasındaki düşünceyi bulunca düşünce algoritması ortaya çıkar ve düşüncelerin neden bizi sık sık aldattığını fark ederiz. Bu konu birkaç kitaba sığacak kadar ayrıntı ve dal içermektedir. Lafı burada ilk bir adımla tamamlamak isterim, “ bir hastanın iyileşmesi için önce hasta olduğunu kabullenmesi gerekir.” Bu konunun sıkı bir şekilde peşindeyim haberiniz olsun, er yada geç bir çaresini bulacağım, bununca da herkese dağıtacağım. Zafer aydınlığındır. anooshirvan miandji


insanlık günü


13 Şubat 2015 Cuma

1989 senesinden, başçavuş olduğum askerliğimden bir anımı paylaşmak isterim. Komutanım, sağ olsun, beni severdi, zaman zaman beraber yürüyüşe çıkardık. Bir gün benim disiplin ile ilgili şikâyetlerimi diniliyordu, sonra döndü bir anısını paylaştı: “evlat, seneler evvel, bu birime atandığımda, nöbet tutmak için yeter asker olmadığı ile ilgili, onbaşıdan bir şikâyet aldım. Bende şu nöbet listesini bir görelim imceleyelim dedim. Liste geldi: mühimmat, depo, yatakhane,…..filan derken birde “havuz” adını gördüm. Bu nedir dedim? Komutanım dikimevinin önündeki mavi havuz var ya orası, dedi onbaşı. Pek sebep dedim? Bilmiyoruz, bende bildim bileli o havuza bir asker göndeririz, dedi. Bu işi araştıralım aslını öğrenelim dedim, anuşirvancım ne çıktı biliyor musun, on iki sene evvel bir komutan o havuzu boyattırmış, bakın buraya şimdi yetkisiz ( saf) birkaç asker gelir oturur, üstü başı boya olur, bir asker koyunda başında beklesin, demiş. İşte o gün bugün orada bir asker duruyormuş, ( ondan sonra on iki sene boyunca kimse, ey cahiller, komutan bir gün asker dursun, boya kuruyana kadar, bunca sene değil, dememiş!). Yani anlaşılan bizim kafamızda, sıkı sıkı tutunduğumuz, uğruna bağırdığımı tartıştığımız ve ayrı düştüğümüz pek çok olgu ve düşünce ( inanç) bu havuz hikâyesi gibi fos ( boş) bir yanılgıdan öte olmayabilir. Korkmayın ve düşüncelerinizi kökeni inin, kökü çürük ise sökün atın, diğer sağlıklı düşüncelerin yeşermesi için yer açmış olursunuz. anooshirvan miandji


montaigne denemeler


voltaire


camus sevilmemek